3 Ekim 2008 Cuma

Popüler kızlar buraya, ezikler dışarıya!








Bir gün blogcuları dolaşırken. Bir blog sayfası, şu cümlesiyle dikkatimi çekti: "Popüler kızlar buraya, ezikler dışarıya! " Bu sözler 12 yaşlarında bir kız çocuğuna ait. Sayfada ne kadar büyüklenme ve hor görme sözcükleri var sayamadım! Arkadaş listesine baktım. Hep onun gibi popülerlikle kafayı bozmuş kendi yaş grubundaki kızlarla dolu. Onlar da benzer konularla blog hazırlamışlar.




Yahu nedir bu popülerlik? Onlara göre popülerliğin bir takım kuralları var(!) Yok efendim bir kaç villan olacak, kolejde okuyacaksın, zengin değilsen popüler olamazsın bilmem ne.. Sayfalarının başına da bazı dizilerdeki kendini beğenmiş kızların, rol gereği sözde popülerlerin resimlerini koymuşlar. 'İşte bunlardan örnek alıyoruz' der gibi. Ki bence de öyle... Fakat aslında onlar bunu kabul etmiyor. "Biz dizilerden gördüklerimizi yapmıyoruz" diyorlar. Onlar kendilerini kandıradursun biz şu asıl popülerliği elealım!...



Popüler: 'Halkın zevkine uygun, halk tarafından tutulan.' demek aslında. Yani bu şahsiyetlerin tam tersi bir anlamı var. Bu kızlarımız, daha popülerliğin tam manasını bilmeden yaptıklarıyla, medyanın oyunununa alet olduklarının farkında değiller. O tarz filmler, bilinç altına 'zengin değilsen güçlü değilsin; güzel değilsen insanlar sana değer vermez' şeklindeki düşünceleri sinsice yerleştiriyor. O masum yürekler de buna hemen uyup kendilerini ateşe atıyor.. Aslına bakarsanız bu kızlarımız ne görse inanacak yaştalar. Onlar kızmıyorum zaten. Kızdığım, o kör olası medya ve bilnçsizce çocuklarına o dizileri seyrettiren ebeveynlerdir.

Kibirlenmenin adını popülerlik yapıp güya sevimli hale getirmişler. Esasen onların bildiği popülerlik kibirlenmekten başka bir şey değil! Kibirli insan, büyüklenme hissine kapılır. Bir başarı elde ettiğinde de bununla kibirlenir ve kendisini en üstün insan olarak görür. Her fırsatta, üstünlüğünü ve büyüklüğünü çevresine göstermek ister. Halbuki, o başarıyı ona lütfeden Allah'tır. Ancak kibirli kişi bundan bihaber onur ve üstünlüğü kibiriyle elde edebileceğini sanır. Oysa ki kibirli insanlar, hep nefislerini kolladıkları halde aradıkları mutluluk ve huzuru da bulamazlar...









Sevgili popüler olma meraklısı kızlar, şunları bir düşünün. Sonra popüler(!) olmaya karar verin: İnsanları hor görmek, büyüklenmek neler kaybettirir ah bir farketseniz. Gerek bu dünyanız gerek ahiretiniz heba olacak. Şeytan da kibri yüzünden kovulmamış mıydı huzurdan? Firavun kendini herkesden büyük görüp, hatta kendini (haşa) ilah ilan etmiş, sonra hazin bir şekilde helak olmamış mıydı? Zenginlikleriyle övünen nice insanın o gurur duydukları malları elerinden gitmedi mi hiç? Yaşanmış bir çok örnekler mevcutken hala bu oyunu sürdürmenizin manası ne? Bakın oyun diyorum çünkü biliyorum ki gerçekte siz böyle değilsiniz. Gelin siz de mütevazilerden olun. Bir ayette belirtildiği gibi Yüce Allah mütevazileri sever:


Rahmân'ın(has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) "Selam!" derler (geçerler)" (Furkân Sûresi-63)

Ayrıca ezik diye yerden yere vurduğunuz insanları yererek kim bilir ne kadar ah alıyorsunuz? Bunu da düşünün. Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste...



Not: resim alıntıdır

2 Ekim 2008 Perşembe

Duyguların Dili




Hepimiz IQ'yu biliriz, peki EQ hakkında ne biliyoruz?


EQ yani duygusal zekâ hakkında bilgi sahibi olmak istiyorsanız Nevzat Tarhan'nın 'Duyguların Dili' adlı kitabını okumalısınız.


Bu kitapta yazar duygusal zekâyı doğunun ve batının değerleriyle yeniden yorumlayıp olumlu ve olumsuz duyguları tek tek irdeleyerek duygusal zekâya farklı bir bakış açışı getirmiş.


Kitabı okuyarak hem duygusal zekânın ne olduğu ve insana neler sağladığını öğreniyor, hem de olumlu ve olumsuz duygular hakkında bilgi sahibi olarak kendimizi ve çevremizdekileri anlamlandırıyoruz.

Çevremizi doğru yorumlamamızda yardımcı olan kitapta yazar, olumlu duygulardan sevgi, güven,ümit, iyimserlik, merhamet ve şefkat, mutluluk, estetik duygusu, sorumluluk duygusu, vefa, adalet, sabır ve sonsuzluk duygusunu tek tek ele almış ve çözümlemiş, böylelikle okurlarına yeni perspektifler sunmuştur.


Alanında uzmanlığı tartışılmayan yazar, kitapta olumlu ve olumsuz duygulardan söz ederken bu duyguları ayrıştırarak bunların nelere etki ettiğinden söz etmiştir. Örneğin güven duygusunu açıklarken;


Güven duygusunu neler artırır? Güven duygusu neden zarar görür?, Önyargı ve kıyas güveni zayıflatır, güven tedbir ve tehdit, Güven ve iteat, İş hayatında güve, Kendine güvenen kişinin özellikleri Çocuklarrda temel güven duygusu, Özgüven ve ideal benlik algısı başlıkları altında güven kavramına açıklık getirmiştir.


Olumsuz duygulardan bencillik, gurur, kibir, üstünlük duygusu, utanç, şüphe,kıskançlık, öfke, kin, üzüntü, nefret ele alınmış, olumsuz duyguların nasıl olumlu yapılabileceği konusunda ipuçlarıı verilmiştir. Kitabın sonunda da duygusal zekamızı ölçebileceğimiz bir kaç test hazırlanmıştır.


Kitabı okuduktan sonra duygusal zekanın ne kadar önemli olduğunu anladım. Kitap kendimi ve çevremi tanımamda yardımcı oldu ve ne kadar duygusal zekaya sahibim ne gibi eksilerim var bana gösterdi.


Duyguların Dili adlı bu kitabın duygularımızı açıkça tanımlanmasına ve kendimizi tanımamıza dolayısıyla iyi kötü yanlarımızı fark edip düzeltmemize yardımcı olacığını düşünüyorum. Herkesin anlayacağı dille yazılmış olan bu kitapta duygular ayrıştırılıyor farklı bir çözümleme içersinde kendinize bir adım daha yaklaşıyorsunuz.


Kitaptan bir kaç alıntı yapıp sizlere çeşitli lezzetler sunmayı düşünüyordum ama alıntı yapmak istediğim o kadar yer vardı ki hangisine değineyim karar veremedim. İyisi mi kitabı okuyarak bu lezzetlerin hepsinin tadına kendiniz varın.


Psikolojiye meraklı, kendisinde bir takım düzenlemelere ihtiyaç duyan ve duygusal zekayı merak eden herkesi bu kitabı okumaya davet ediyorum.


Korku, şiddet, +18!!


İnternette dolaşan her üç kişiden ikisi korku, şiddet içerikli video, yazı ve resimlere bakıyor. Kendi izlenimlerimden yola çıkarak söylüyorum. Hemen hemen her forum sitesinde şiddet içerikli bölümlere rağbet çok. Peki ama neden insanlar birilerinin acı çekmesini zevkle seyretmeye meraklı?

Her insanda saldırganlık içgüdüsü mevcuttur. İnsan bilinçli bir şekilde hareket etmekle birlikte bilinç dışı eylemlerde de bulunabilir.Öncelikle zihnimiz nasıl çalışıyor, bunu elealım.

Freud zihnin yapısal incelemisinde id, ego ve süperego kavramlarını ileri sürmüştür. Bunlardan çoğunlukla id ve süperego bilnçdışı, ego ise bilnçli işleve sahiptir. Ve bu işlevler birbinden bağımsız değil aksine geçişlidir.

İD: İç güdülerimizi ve doğuştan var olan eğilimlerimizi içerir. Mantık dışı hareket etmemizi sağlar. Özetle burada bilinç dışı kurallar işlemektedir. İd'in kaynağı bilinçaltı dürtülerdir. Kişi çoğu kez bu dürtülerin farkında değildir. Saldırganlık içgüdüsü, çocukluk çağındaki bastırılmış duygular, bilinçaltına itilmiş unsurlar burada yer alır. Temel ilkesi hazza ulaşmaktır ve bunun sonucunda egoya baskı kurar.

EGO: İd gibi haz arar fakat bunu kurallar çerçevesi içinde yapar. Süperego'yla id'in dengesini kurmaya çalışarak hazza ulaşmak ister. Yani dış dünyanın kuralcı, iç dünyanın hazza ulaşma çabası arasında uyum sağlar. Bunu başarmak için de bazı savunma mekanizmalarını kullanır (O kadar ayrıntıya girmeyeceğim.)

SUPEREGO: Geleneksel değerleri ön plana tutan, kişiliğin ahlaki yönüdür. Toplum tarafından kabul görmüş yargılarla hareket eder. Amaç kusursuz olmaya çalışmaktır.

Kısacası id kişiliğin biyolojik bölümünü, ego psikolojik, süperogo sosyolojik bölümünü oluşturur. Bunlardan birinin diğerlerinden daha kuvvetli yada zayıf olması durumunda psikolojik sorunlar ortaya çıkar.

İd'in saldırganlık içgüdüsü barındırdığından bahsetmiştik. İşte korku, gerilim, şiddet içeren filim, yazı, yada resimler bu dürtüyü harekete geçirir. Ve bazı olguları bilinç altına yerleştirir. Kişi, farkında olmadan bir takım şiddet eğilimlerinde bulunabilir.

Farkında mısınız ölüm insanlara ne kadar basit gelir oldu? İnsanlar ne kadar rahat katil olabiliyor! Haberlerin çoğu cinayetlerle dolu. "Bir karıncayı incitmekten çekinir" tabirini nerdeyse kimseye söyleyemecek duruma geldik.

İkbal Gürpınar'ın bir programında kendisinden dinlemiştim. Eşi ve oğluyla otobüsde giderken yolda bir trafik kazası görürler. Etrafa saçılmış insan cesetleri vardır. Ve oğlullarının bakmaması için gözlerini kapmaya çalışırlar. Çocuk gayet rahat bir ifadeyle 'babacım ne var sanki onlar ölmüşler, birazdan kalkarlar' der. Düşünün ufacık çocuk bile ne kadar da rahat. Sizce neden?

Bir günde ölüm sahnesi içermeyen bir kanal gördünüz mü hiç? "Filistin'de 1 haftanın bilançosu: 113 ölü" başlıklı bir habere kaç kişinin yüreği sızlıyor? Hangi gazetede ölüm haberi yok? Hangi anne evladının bu tarz şeyleri seyretmemesi için çaba sarfediyor? Peki söyleyin internette dolaşırken "korku+18" diye bir başlık gördüğünüzde tıklamadan geçtiğiniz oldu mu hiç? "+18" uyarısına rağmen o başlığa bakmayan kaç çocuk var sizce? Saçma sapan öretilerle kan içme, ellerini kollarını çizerek kendine acı çektirme, arakdaşını kurban etme gibi hadiseler alıyor başını gidiyor. Sordunuz mu neden diye?

Hal böyle olunca ne cinayet biter ülkemizde, ne işkence...

(istisnalar kaideyi bozmaz, keşke bozsa)

1 Ekim 2008 Çarşamba

Gözleri...


Güller


The Secret




"Rhonda Byrne" son zamanların çok konuşulan kitabı "The Secret" ile, insanların isteyip düşündükten sonra her şeyi elde edebileceğine dair yıllar önce bilinen bir sırrı gün yüzüne çıkarmıştır.


Kitapta olağanüstü servetlere, muhteşem villalara sahip olmanın, bolluk ve bereket içinde yaşamanın nasıl elde edilebileceği anlatılmış, insanlarla olan ilişkilerinizde düzelme, sağlığınıza kavuşabilme hatta kilo verebilme ve para kazanabilmenin sırlarından bahsedilmiştir. Aslında bütün bunları başarmanın sırrı tektir. Ve bu sırrı hayatınız boyunca kullandığınızda olumsuz hiçbir şeyle karşılaşmayacağınız iddia edilmiştir. Kitaba göre, olumlu düşündüğünde olumlu şeyleri, olumsuz düşündüğünde olumsuz şeyleri 'Evren'e göndererek hayatınızı siz oluşturuyorsunuz.




'The Secret' yani 'Sır' kitapta şöyle anlatılıyor:


"Nerede olursanız olun hepimiz aynı kuvvete, tek bir yasaya bağlı olarak yaşıyoruz. İşte bu kuvvet çekim kuvvetidir! 'Sır' çekim yasasıdır."



'Sır' denilen çekim yasası şöyle işler:


"Düşüncelerin manyetik ve frekansları vardır. Siz düşünürken düşünceleriniz Evren'e yayılır ve manyetik güçleriyle aynı frekanstaki benzerlikleri mıknatıs gibi çeker. Gönderilen her şey kaynağına geri döner. Ve siz o kaynaksınız."



Şükrün öneminden de kitapta bahsedilmiştir. Şükrederek 'Evren'e gönderilen minnettarlık hissinin olumlu duygu ve düşüncelerin çoğaltacağından söz edilmiştir. Kitaba göre, şükretme konusunda her gün alıştırma yapmak bolluk ve bereketi çekmek için en önemli iletişim hatlarından birini oluşturur. Teşekkürün önemi şöyle vurgulanıyor:


"Elde etmek istedikleriniz için önceden teşekkür etmek, arzularınıza ekstra güç yükler ve Evren'e onlara dair daha güçlü sinyaller gönderir."



'Sır'ı keşfetmiş ve hayatına aksettirmiş insanların düşüncelerinin ve hayatından bir kaç kesitin yer aldığı kitapta özellikle parasal konular dikkat çekiyor. Bu kitabın çok satmasındaki en büyük etken de zenginliği vaat etmesidir.



Benim düşüncelerimden etkilenmemeniz, sizin de kitap hakkında fikir sahibi olmanız için kendi görüşlerimi karıştırmadan kitabın içeriğinden bahsettim.


Bana göre yazar 'Sır'ı bazı yerlerde dine dayandırdığı halde Allah'ın varlığını hiçe sayarak 'insan istedikten sonra her şeyi elde eder, yani kendi hayatını kendi yaratır' gibi tabirlerle akıllara sinsice 'ateizm'i empoze ediyor.


Kitabı okudukça yazarın bırakın dindarlığı Allah inancı olduğundan bile şüphe ettim. . Kitapta geçen şu cümle bunu göstermiyor mu sizce de?


"Yarattığınız tablonun somutlaşmasını onu doğuran güç olan sizden başka hiçbir güç engelleyemez"



Şükretmeyi bile 'Tanrıya şükür' olarak değil de ' Evrene şükür' olarak ifade etmesi de bunun göstergesi.


Olumlu düşüncelerin çekiminin olumsuzluğu ortadan kaldırdığını söyleyerek, herkesin olumlu düşünmesi neticesinde çirkinlik, hastalık hatta yoksulluğun yok olacağını, insanların sürekli huzur ve mutlulukla yaşayacağını söylemesi de 'imtihan dünyası' inancımızı da ortadan kaldırıyor. Hâlbuki olumlu-olumsuz şeylerin başımıza gelmesi Allah'ın iradesiyle gerçekleştiği gibi bu dünyaya geliş amacımızı hatırlatır. Zira burası imtihan yeri ve biliyoruz ki her şey bizim için. Şayet herkes zenginlik, huzur ve mutluluk içinde yaşamış olusaydı 'imtihan' diye bir şey olmazdı. Bence kitaptaki “Sır” ile “imtihanın sırrına” gölge düşürülmüştür



Şunu da belirtmeliyim ki kitapta anlatılanların doğruluk payı yok değil fakat gidişat yanlış. Elbette düşünmek başarının kapısını aralar. İnsanın hedefini belirlemesi ve onu başarmayı düşünmesi de doğaldır. Neden hedefine odaklanan isteyip düşünen insan başarılı olur? Acaba çekim yasasından dolayı mı? Hayır. Bunun birçok sebebi var.


Bunlardan biri beynin şartlanması. Mesela sürekli avukat olmayı hayal eden bir öğrenci düşünelim. Bu öğrenci hedefini sürekli görebileceği bir yere yazar hatta avukat cübbesiyle çekilmiş bir kaç fotoğrafları da yanına asarsa o hedefe odaklanmış olur. Ve bunu başarmak için çaba sarf eder. Çalışmaktan sıkıldığında o yazı ve resimler ona yılmamasını devam etmesini söyler. Ona azim verir. Nihayetinde başarılı olur.



Kitapta ‘Sır’ı uygulayarak zengin olmuş biri bunu nasıl başardığını anlatmış. Bu kişi yılda yaklaşık sekiz bin dolar kazanan biri olduğu halde yılda yüz bin dolar kazanmayı kendine hedef olarak belirlemiş:


Yüz bin dolarlık bir banknot hazırlayarak bunu tavana yapıştırdım. Böylece, uyandığımda ilk yaptığım şey yukarı bakıp o banknotu görmek olacak, bu da bana böyle bir dileğim olduğunu hatırlatacaktı…



Bunu izleyen dört hafta içinde, aklıma yüz bin dolarlık bir fikir geldi. Öyle birdenbire aklıma geliverdi. Yazmış olduğum bir kitap vardı; her biri bir çeyrekten, dört yüz bin adet satarsam, yüz bin dolar kazanırım diye düşündüm. Söz konusu kitap zaten vardı ama hiç böyle düşünmemiştim…”


Bu zat markete gittiği bir günde dikkatini çeken bir gazeteye kitabının ilanını vermiş ve okuyucuların haberdar olması sonrasında hayal ettiği paraya kavuşmuştur.


Bana göre o ‘Sır’a vakıf olduğu için değil, az evvel de ifade ettiğim üzere hedefine odaklandığı için başarılı olmuştur. Sürekli yüz bin doları hayal ederek beynini sürekli onunla meşgul tutmuş neticede onu elde etmiştir. Yani para onu değil o parayı bulmuştur...



İsteyip düşünerek başarmanın ikinci sebebi de yürekten istemektir. İsteklerinize ulaşmak istiyorsanız, yarım kalple, tereddüt içerisinde olmayacaksınız. Güvenle ve ısrarla isteyeceksiniz. Bu Yaratan’dan umut kesmediğinizi gösterir. Yürekten isteyince duaya durur kalp. Kalbi işiten Rabbimiz, o kadar cömerttir ki hemen sunuverir ihsanını…



Bundan yıllar evvel Hz. Mevlana şu sözleriyle düşünce hakkındaki her şeyi özetlemiş aslında



Kardeşim sen düşünceden ibaretsin..

Geriye kalan et ve kemiksin

Gül düsünürsün gülistan olursun

Diken düşünürşün dikenlik olursun .”




23 Eylül 2008 Salı

Kedicik

Bu kediciği sokakta gördüm, kaldırımda kıvrılmış yatıyordu. "Aaayyy" dedim "Ne şirin, bir resmini çekeyim" yanına yaklaşınca hemen kalkıp o da bana yaklaştı. Galiba bir şey vereceğimi sandı. Ben de bu anı resmettim. Malesef şefkatten başka ona verecek bir şeyim yoktu...

19 Eylül 2008 Cuma

İftar açmak ??


"İstanbul'da ünlü türbeler ilk iftarını açmak isteyenlerin akınına uğradı. " (25.09.06/Akşam)
"Iğdır Valisi Saim Saffet Karahisarlı, Çocuk Yuvasını Ziyaret Ederek İftar Açtı" (13.10.06/İHA)
"İktidar takımı ve muhterem eşleri ayrıca gecekondulara gidip iftar açtılar." (03.12.2003/Emin Çölaşan)
"İftarını açanlar hareketlenince izdiham oluştu, yol ortasında iftar açan kadınlar ezilmekten zor kurtuldu." (17.10.04/Radikal)
"İftarı kuru fasülyeye kaşık sallayarak açan da var. Kişi başına 130 YTL'ye iftar açan da..."(25.09.06/Vatan)


Yukarıdaki cümlelerde dikkatinizi çeken bir şey oldu mu hiç? Olmadıysa bir daha okuyun.Kiminiz hemen farkettiniz, kiminiz de ne var gayet doğal cümleler dediniz, fark etmediniz bile.. İşte bu hata gün geçtikçe çoğalıyor. Verdiğim örnekler sadece yazılı basından. Bir de televizyonlarınızı açın, haberleri seyredin. Bu hataya düşen ne kadar insan var dikkatlice bakın. Üstelik çoğu da spiker, muhabir, yazar vs.. Belki o kadar da büyütülecek bir şey değil diyorsunuzdur. Fakat abartmazsak da kimsenin göreceği yok! Şunu belirtmeliyim ki Türkçe'yi çok iyi bildiğimi ve her zaman doğru kullandığımı iddia etmiyorum. Sadece duyarlı olmak, çok iyi bilmesem de bildiğim kadarını ayakta tutmak istiyorum o kadar...

"Başbakan bugün ilk orucunu evinde açtı" demek dururken; "Başbakan bugün evinde ilk iftarını açtı" deniyor!
'İftar açmak' deyimi kulağımı iyiden iyiye tırmaladığı bir gün "İftar edilir de, açılır mı aceba?" diyerek bu deyimin yanlış kullanıldığını düşünmeye başladım. "İyi de spikerinden tutun en tanınmış yazarlar bile böyle söylüyor. Herkes yanlış ben mi doğruyum" diyerek yanlış düşündüğümü de düşünmedim değil hani...
Beynimdeki soru işareti ısrarla noktaya dönüşmek istiyordu. Kendimce cevaplar üretiyordum. İftar, oruç açma demek. Açmayı açma olamayacağına göre. İftar açılmaz diye kanaat getirdim. Fakat buna biraz daha açıklık getirmek istiyordum. Sonunda Süleyman Ateş'in şu cevabı beni tatmin etti:


"İftar, fatr, futur kökünden gelir. Fatr yarmak, açmak, başlamak demektir. Allah göklerin ve yerin fatırıdır yani bunları yokluktan ortaya çıkarandır. Orucunu bitirecek olanın ilk yemek yemesine iftar denilir. Arapça’da futur, sabah kahvaltısıdır. Bilindiği gibi sabah kahvaltısı günün ilk yemeğidir. Yeme eyleminin önünü açtığı için kahvaltıya futur denmiştir. Terim olarak iftar, oruçlunun orucunu açmasına denilir. İftar açmak tabiri “açmayı açmak” gibi anlamsız bir söylem olur. “İftar etmek” olur ama “iftar açmak” olmaz."

Ne hediye ama

Aralığın ikisiydi. Yani benim doğum günüm. Kendi aramızda toplanıp doğum günümü kutlamıştık.Teyzemler bana doğum günü hediyesi olarak düz taban bir ayakkabı almışlardı. Ben normalde çok düz ayakkabı giyemem azıcık da olsa topuğu olmalı giydiğim ayakkabının. Neyse aldıkları ayakkabıyı denedim. Ayağıma büyük gelmişti. Zaten benim ayakkabı numaramdan bir numara yüksekti. Yine de onlar üzülmesin diye sesimi çıkarmamış 'güzel güzel' diyerek memnuniyetimi göstermeye çalışmıştım.

Ertesi gün okula (lise 1'e gidiyordum) giderken annem tutturdu bu ayakkabıyı giy diye. Her nekadar istemesem de teyzemlerin kulağına gidip üzülmesinler diye giymiştim ayakkabıyı. Hatır için çiğ tavuk yenirdi de ayakkabı giyilmez miydi?

Zar zor okula gitmiştim. Okulda da epey rahatsız etmişti ayakabı ayağımı. Giymemek için bir bahane bulmuştum yani. Benimki de akıl.. Giymezsen giyme yav! sanki silah zoruyla verdiler.

Neyse öyle böyle okul bitmiş eve gidiyorum. Ayakkabı ayağıma bir giriyor bir çıkıyor. Bir an evvel eve varma telaşındayım. Acele acele adım attığım yerde birden ayakkabı ayağımdan fırlamasın mı?

Hızla fırlayan ayakkabı önümde yürümükte olan bir gencin ayağına çarparak durmuştu. Tam da eve yaklaşmıştım. Bizim her zaman alış veriş yaptığımız marketin önünde cereyan etti olay. Bakkalın çırağı da kapı da Benim karizma yerlerde...

Ayakabı ayağımdan 6-7 adım ileriye fırladı. Ayağına ayakkabım çarpan genç aniden durdu. Ben de seke seke ona doğru geliyorum. Çocuk bir ayakkabıya bakıyor bir de bana. hani kitap falan olsa alıp geitrecek.. Gülmemek için zor duruyor belli. Sek sek bitmiyor yollar Bir yandan da gülüyorum tabi.

Velhasıl vardım ayakkabımın yanına. bir yandan ayakkabımı giyiyor, bir yandan da ondan özür diliyorum. O değil çocuk ne gülüyor ne de bir şey söylüyor. Öyle kalakaldı.

Bre mübarek ne durursun var git yoluna. Hiç ayakkabısı fırlayan kız görmedin mi yani?

O gün ilk ve son giyişim olmuştu ayakkabıyı. Artık hiç bir kuvvet giydiremezdi onu. Hatır matır tanımam rezil olmuştuk yahu! Ertesi gün okula giderken sanki dışardakiler 'aaa ayakkabısı fırlayan kız' dercesine bana bakıyordu.

Aradan yıllar geçmesine rağmen unutamadığım tek hediye... Ne hediye ama... Gel de unut...

16 Eylül 2008 Salı

Tüttüren tüttürene...








Sigaranın sağlığı ne derece etkilediği, hatta ölüme sürüklediği bilindiği halde neden insanlar sigara içmekten geri durmuyor? Sigara içenlerin azalması şöyle dursun neden bile bile insanlar sigaraya başlıyor?





Sigara içenlere ve onların yakınlarına sorduğumda geneli bu illetin 'stres atmak' için kullanıldığını söylüyor. Peki ama stres atmanın başka bir yolu yok mu? Sigara kullananlar streslerini böyle atıyorsa sigara kullanmayanların hepsi stresli mi oluyor yani?


Elbette sadece stres atmak için başlanmıyor sigaraya. Sigara içmeye özellikle genç yaşlarda özenti ve merakla başlanıyor. Bu özentiye de genelde arkadaş etken oluyor. İzmir ili lise öğrencilerine yapılan bir ankette


"Sigarayı deneme ya da başlama nedeniniz nedir” sorusuna, öğrencilerin %52.6’sı merak, %36.2’si özenti, %11.3’ü ise bunların dışındaki çeşitli nedenleri belirtmişlerdir. (bkz:<a href="http://www.toraks.org.tr/journal/text.php3?id=158" target="_blank">torksdergisi/Bulgular</a>)


Görüldüğü üzere sigaraya daha çok merak ve özentiyle başlanıyor. Peki bunun önüne geçmek için neler yapılmalı? Ya da neler yapılmamalı?


Dikkat ettiniz mi herhangi bir filmde muhakak sigara içen bir adam oluyor. Sanki sigara içememek bir eksiklik. İyi olsun kötü olsun her adamın elinde bir sigara! İyi adamın da elinde sigaranın olması çocukların sigaraya özenmesine neden olabilr. Gerçi RTÜK onun da çaresini buldu. Yoksa daha mı dikkat çekici oldu orasını henüz kestiremedim.Bilindiği üzere RTÜK "Alkol, tütün ürünleri ve uyuşturucu madde kullanımını özendirici türde yayın yapılmaması” kararı almıştı. Artık sigara içen bir insanı görüntüsü kapatılıyor filimlerde. Fakat komik bir durum var. Sigara içecek olan zat sahnede sigarasını çıkarıyor, cebinden çakmağını, kibritini neyse çıkarıyor, ağzına doğru götürüyor, ağzına sigarayı koyduğu anda sigaranın üzerine buzlu cam gibi bir görüntü geliyor. İşin tuhaf yanı yalnızca sigarayı içerken sansür konuyor. Sigara elindeyken masanın üzerindeyken sansür yok. Bunu da elimize gözümüze bulaştırmışız yani.





'Gerçek Kesit' diye bir program vardı bir zaman, şimdilerde var mı bilmiyorum. Gazetelerdeki olayların canlandırmaları yapılırdı bu programda. İşte bu programdaki canlandırmalarda hususi oturur sayardım. Kaç kişi, kaç kez sigara içecek diye. İnanın sadece bir sahnede en az 5 kez sigara yakıldığını biliyorum. Yahu ne gerek var o kadar göstermeye. Tüttüren tüttrene olmazki canım biz de pasif görücü oluyoruz sonra:) Hadi bizi geçtim sigara kullanan birinin sigarasını yeni söndürmüş olmasına rağmen o görüntüler sonrasında tekrar yakmasına sebep olunuyor. Bunu da dayımda görmüştüm. Kendisi malesef ki sigara kullanıyor. Ve 'Elimde değil su gibi bir şey işte. Nasıl ki kana kana su içen birini görürsen su içesin gelir, benim de sigara içen birini gördüğümde sigara yakasım geliyor' demişti.





Ahhh ahh ne desem bilmem ki. O kadar sigarayı bırakma yöntemleri anlatılıyor, bir sürü kurluş destek oluyor. Ama onlar geri adım atmıyorlar.

Ne desek boş galiba... Boşuna mı yazdım şimdi bunca şeyi


Heyyy sennn!! Bu yazdıkalrımı sigaranı tüttüre tüttüre mi okudun yoksa? Aşağıdaki resmi sana armağan ediyorum


Papatya



Papatyalar, yasak bahçenin çiçekleri değil,
Kırların ve başlarımızın tacıdır.
Tek papatya koku vermez,
Dostlarıyla birlikte mutludur çünkü.
Dostları varsa yanında güzel kokusunu sunar insanlara.

15 Eylül 2008 Pazartesi

Bir Yiğit Asker

Bir Yiğit Asker


Memleketimin en ücra yerinde bir asker durur

Adı gibi yiğit, namı gibi mağrur

Düşman gördüğünde üzerine yürür

Sert bakışıyla onlar ateşe bürür


Bakışı ateştir lakin namerdi titretir

Duruşuyla toprağı inletir de inletir

Gözü kara, kendi de yağız bir yiğit

Nöbette dimdik, içinde vardır hep ümit


Anası daima 'aslanım' derdi de

Bir kükreyiş duymamıştı evladından kendine

'Yiğit, oğul, aslan oğul, mert oğul

Düşmana teslim olma asla, kendi kanında boğul!'

Gelincik ve sözde sefil bitki



Bir gün kırda gezerken, rüzgârın etkisiyle süzülen bir gelinciğin hemen yanındaki taşı fark etmemiş taşa takılıp biraz sendelemiştim. Ve ayağımın takıldığı o taşa, aklım da takılmıştı...


Can havliyle farkında olmadan eğilip, taşı fırlatmak için kaldırdığımda hemen altında eciş bücüş olmuş, biraz da sararmış bitkiler gördüm. O ihtişamla süzülen gelincik çiçeğiyle aynı toprağın altında serpilmek için harekete geçen tohumlar, tam da gün yüzü görmek üzereyken başlarını topraktan kurtardıkları sırada o taşa rastlamıştı. Fakat bu cılız bitkiler pes etmeyip, taşın altında sağa-sola ve yukarı doğru hareket etmeye çalışmış bu kıvranışlarla varlıklarını yerinde saymadan sürdürmüşlerdi.


Elime aldığım minik bir çubukla bitkiye dokundum. Dibindeki toprağı biraz eşeleyip, yanımdaki su şişesinden bir miktar suyu döktüm. Şuan ne halde bilemeyeceğim ama eminim ki yanındaki gelincik çoktan solmuş o ise yemyeşil olup canlanmıştır…


İşte, insanlar da bu bitkiler gibi dedim sonra. Kiminin önünde hiçbir engel yokken içinde bulunduğu ortamın, anın kıymetini bilmeden öylesine süzülürler hayatta; gelincik misali… Kimisi ise karşısına çıkan en büyük zorluğa bile meydan okuyabilir. Ve o sefahattekilere inat pek çok şey başarıp başkalarına da faydalı olurlar. Hayatını gıpta ile okuduğum Hellen Keller buna çok güzel örnektir. Bu zat kör, sağır ve dilsiz olmasına rağmen hayata öyle sıkı sarılmış ki normal bir insandan daha fazla şey başarmış.


Gelincik çiçeğinin ufacık bir dokunuşla hemen yapraklarını döktüğü gibi, mücadele nedir bilmeyen insanlar da en ufak bir zorlukta depresyona girebiliyor. Oysa ki çalışan çabalayan ne ya da kim olursa olsun sonunda mükâfatı alıyor. Nasıl ki ben gayriihtiyarî o taşı kaldırıp o bitkinin rahat bir şekilde yaşamını sürdürmesine vesile olduysam, güçlükleri aşmaya çalışan şahsın da öyle bir yardımcısı karşısına çıkar. Çünkü her şeyi gören, işiten, bilen Biri var!..



Uçuğu olanların dikkatine


Uçuk nedir bilmeyeniniz varsa söyleyeyim; daha çok dudak kenarinda ya da burun çevresinde kasintiyla ortaya çikan kabarcıklardır. Enfeksiyona mikrop değil, herpes denen virüs neden olur.


Bünyesi zayıf insanlarda sıklıkla görülür. Çünkü vücut direnci düştüğünde ortaya çıkar. Özellikle ateşli hastalık sonrasında oluşur. Ayrıca stresinde etkisinin olduğunu duymuştum. Gerçi stres neye etki etmiyor ki? Bütün hastalıkların başını çekiyor.



Bir gün üst dudağımı komple uçuk sarmıştı. Hatta burnumun çevresine kadar gelmişti. Ben de doktora gitmiştim. Doktor şöyle uzaktan bir bakış baktı, reçeteyi yazdı. İnsan ışık mışık tutar ne bilim şöyle yanaşır bakar falan ama yok. Yahu baktım bişey soracağı da yok, iyisimi ben şikayetimi söyleyim dedim. Ve


"Doktor bey bende bu uçuklar çok çıkıyor aceba neden?" dedim


Doktor dedi:


"İşte bazı insanlarda devamlı çıkar, bazılarında da nerdeyse hiç görülmez." (Ne aydınlatıcı bir cevap. )


"Neden oluşuyor aceba?" dedim sonra.


Doktor ayrıntılı öğrenmek istediğimi anlamış olacak ki, derin bir nefes çekip şöyle dedi:


"Mikrobik reaksiyon değil bu herpes simplex hoydodovoyvoydooo virüsü envfeksiyona neden oluyor. Bu herpes simlex hoydodovoyvoydo virüsü gingivostomotibibilibebili çevresinde lezyon yapar...." (falan da filan uzunca garip sözcüklerin olduğu bir cümle kurdu ben burda sadeleştirdim hatırladığım kadarıyla )" (Bu arada yukarıdaki tıbbi terimlerin hodan ve todan sonrasını uydurdum ha)


Neyse ben de doktora "Hııı" diyerek kafa salladım. Teşekkür edip çıktım. (Yoksa kaçtım mı demeliydim ) Aslında niye kaşıntı oluyor diye de soracaktım da içeri çantası ilaç dolu bir bayan girdi. Dedim şimdi bu hanım ilaçları pazarlamaya çalışacak ekmeğine mani olmayım. Yoksam sorardım. Tıbbi terimleri çıkarınca anlaşılıyor dediği (Ne kalıyorsa tabi. )



Uçuğunuz çiktiğinda siz ne yaparsiniz? Bu konuda deneyimim çok. Basim uçukla beladadir çoğunlukla. Uçuk için sadece bir kez doktora gittim ve son gidişim oldu o da. Kendim tedavi yöntemleri geliştirdim. Doktora gittiğimde bir haftada geçti. Kendi yöntemlerimle iki günde faydasını görüyorum inanın. İşte deneyimlerim:



Limon uçuğa iyi geliyor. Ben limonun içindeki pütürler varya (posa diyorlar sanirsam ), neyse iste onu çikarip uçuğun üzerine koyuyorum bunu gün içinde birkaç defa değistirerek yapiyorum. (Kremlerden çok daha etkili. Uçuk kremi uçuğu önce büyütüyor sonra kabuk bağlatıyor. Küçücük yara, oluyor kocaman bişey) Limonu bu şekilde düzenli olarak yaptığımda bir günde uçuk yayılmadan ve büyümeden kuruyor. Uçuğun kuruyup kabuk bağlamasi iyiye iserettir.


Eskiden babam uçuğa kaşık basardı. (Tahta kaşığı ocakta ısıtıp ısıtıp uçuğun olduğu bölgeye basardı) Bu yöntem de etkili bir yöntem. Fakat çok acı verici. Onun için artık ben limondan başka birşey kullanmıyorum.
Uyarılar: Uçuğun olduğu bölgeyi asla islatmayin. Uçuk kabuk bağladiktan sonra asla kuoparmayın. Fakat yarayi sicak suyla temizlemenizde yarar var, bunu banyo yaparken yapmanizi tavsiye ediyorum zira nemle birlikte yumusuyor. sabun ve sicak su da mikrobu öldürüyor
Dikaat!! uçuğa asla kolonya sürmeyin. Ve elinizi dokunmayin, çok çabuk dağiliyor..



NOT: Bunlar tecrübeyle sabittir. Bilimsel bir dayanağı yoktur ya da var ben bilmiyorum